Güray Öz / Cumhuriyet
Tartışmalı anayasa referandumundan sonra, ortaya çıkan “evet mi kazandı hayır mı kazandı” sorusunun bir anlamının kalmadığı söylenebilir; “atı alan Üsküdar’ı geçti” sözü de dayatılmış “gerçeği” ifade ediyor olabilir. Ama şimdi referandumun ikinci aşamasına hazırlanıyoruz. Hem ilkindeki sonucu pratik olarak tartışma olanağına sahibiz, hem de bu kez muhalefet Üsküdar değil, daha ötesine geçebilecek durumdadır.
***
Daha ötesi derken, toplum olarak önümüze çekilen duvarı aşmaktan söz ediyoruz. Tehlike, anayasa referandumu ile şekillenmeye başlayan, yasal olmayan yöntemlerle yerleştirilen rejimin, uzunca bir süre için kalıcılaşması demektir. Duvarı aşmak ise, 2002 öncesine dönmeyi değil, yeni bir aşamaya geçme fırsatının tarihsel olarak elde edilmesi anlamına geliyor.
***
Bu hedefler değişiklik isteyen toplumsal, siyasal güçler tarafından dile getiriliyor. Farklı kesimlerin farklı projeleri olabilir ama 2002 sonrasının yinelenmemesi konusundaki “asgari müşterek”, ortak payda, “halk temsilinin öne çıkması” anlamına geliyor. Parlamenter demokrasinin kendini koruyamadığı koşullar yerine, hem “halkçı bir iktisat politikası” hem de “demokratik cumhuriyeti koruyacak anayasal güvence” seçimleri kazanan güçlerin ortak paydasını oluşturabilir.
***
Bu iddia, hem içeride mevcut rejimin kendini tüketmiş olmasına, hem de küresel kapitalizmin yapısal krizinin nesnel derinliğine dayanıyor. Kapitalizmin gelişme sınırına dayandığı, daha ileri gitmesinin, gelinen gelişme düzeyiyle çelişen siyasal, toplumsal yapıyla mümkün olmadığı anlaşılıyor. Şimdi onlar gerçeğe değil “post truth”, algıya dayalı sahte “gerçeğe” güveniyorlar. Oysa bilimde, teknikte, ekonominin kendini zorla kabul ettiren yöntemlerinde, yönetim biçimlerinde kendini dayatan algı değil, çok uzak olmayan bir geleceğin gerçeğidir.
***
Ekonomide politikada söz sahibi CEO’ların, liderlerin gönüllerinde zorbalığı artırmak, otoriter yönetimleri desteklemek, bölgesel savaşlarla bir kere daha silah sanayi üzerinden ayağa kalkmak, kıtlaşan kaynakları bir büyük savaşla yeniden paylaşmak yatıyor olabilir. Yapıyı tehdit eden krizden kurtulması imkânsız kapitalist devletlerin dayatmaları, daha bir süre emperyalist projelere hayır diyemeyen, bölgesel savaşların gönüllüsü ülkelerin başında patlayacaktır. Türkiye de değişmesi gereken rejimi ile bu ağır tehdidin içinde yaşıyor.
***
Ama tablo onların istedikleri gibi şekillenmiyor. Bir yandan Güney’den Kuzey’e Doğudan Batı’ya savaşlar ve yoksulluk nedeniyle artan göç dalgaları, öte yandan Türkiye gibi ülkelerden yükselen itirazlar, onların artık eskisi gibi politika dikte etme gücüne sahip olmadıklarını gösteriyor. Aralarındaki çatışma ve çelişkilerin görünür hale gelmesi, arkasının geleceği anlaşılan ticaret savaşları, giderek büyüyen kamplaşma kapitalizmin nesnel olarak sona yaklaştığını, kendini yenileyemeyeceğini gösteriyor. Fırtınalar estiren neoliberal dönem aynı zamanda sistemin iflasının başlangıcı oldu.
***
Türkiye kurtuluş – kuruluş amaçlarıyla çelişen politikalardan, gittikçe otoriterleşen sağcı bloktan kurtulmaya çalışıyor. Bu kez değişim isteyenlerin şansı fazladır. Bu kez halka karşı politikaların gizlenemez hale gelmesinin de etkisiyle eski söylemin, yüzde 60 – yüzde 40 denkleminin çöpe atılması mümkün görünüyor.
Şimdi mücadele edenler, kurtuluşu eski rejimin ihyasında görmez, ağır emperyalist baskıya karşı yurtseverliği yükseltir, halkın taleplerini öne çıkaran bir ekonomi politikasına, önü açık bir demokratik cumhuriyet hedefine uygun adımlar atarlarsa kazanan Türkiye olacaktır.