Hüseyin Vodinalı / Aydınlık
2. Dünya Savaşı’nda son araştırmalara göre 75 milyon insan öldü.
Bunların yaklaşık üçte biri asker, geri kalanı sivildi.
ABD’nin kaybı 292 bin, Çin’in ise 20 milyondu.
Biz tabii Hollywood filmlerinden, 2. Dünya Savaşı’nın Amerikalılarla Yahudileri soy kırıma uğratan Almanlar arasında geçtiğini öğrenmiştik.
Halbuki 27 milyon kayıpla SSCB başı çekerken, aynı zamanda savaşın asıl kazananı da olmuştu.
Çin ise ordusuz yakalandığı Japon işgalinde 4 milyon askerini yitirdi, ölen 16 milyon ise sivildi.
Ne felaket ama…
Mesela Japon ordusunun 1942’deki Endonezya işgali sırasında 3 yılda yaklaşık 4 milyon sivili katlettiği de pek bilinmez.
Hakeza Hindistan’dan da 1 milyon 600 bin insan 2. Dünya Savaşı’nda İngilizlere karşı bağımsızlık savaşı sırasında can vermişti.
Bu istatistikleri, geçmişin nefret ve düşmanlıklarını canlandırmak için değil, Amerika’nın sözde kazanan olarak çıktığı bu savaş ve sonrasıyla ilgili bir fikirsel altyapı sahibi olmanız için verdim.
ABD tamamı asker 292 bin, SSCB ve Çin ise çoğu sivil 47 milyon kayıp verdi.
Bu savaşın siyasi olarak değilse bile ekonomik olarak kazananı ABD olmuştu.
1929’da girdiği Büyük Buhran’dan 2. Dünya Savaşı sayesinde çıktı.
Tarihçi ve Siyaset Bilimci Jacques R. Pauwels’e göre, Roosevelt’in New Deal (Yeni Sözleşme) programından çok daha fazla 2. Dünya Savaşı, ABD’yi yeniden zenginleştirmişti.
ABD, en az 185 milyar (dönem fiyatıyla) dolar harcadığı savunma sanayisiyle, GSMH’sını 1939 – 45 arası yüzde 40 büyüttü.
Tarihçi stuart D. Brandes’e göre de, 1936-39 dönemine kıyasla savaş sırasında ABD’nin 2 bin büyük firması net karlılıklarını yüzde 40 arttırdı.
En önemlisi de, 1944 Bretton Woods anlaşmasıyla dolar dünya rezerv parası oldu, BM, Dünya Bankası ve IMF, Amerika merkezli olarak kuruldu.
Ancak, kapitalizm kadar sosyalizm de savaşın kazananlarındandı.
Avrupa’nın neredeyse yarısının komünizme geçmesi bir yana, Mao Zedong’un önderliğindeki Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulması da bu savaşın en önemli sonuçlarından oldu.
Ancak bu savaşın getirdiği bir bağımlılık da vardı.
Daha doğrusu savaş canavarı ABD, kanın tadını almıştı.
Kapitalizm ve onun yavrusu emperyalizmin yeni merkezi ABD için ekonomik krizlerden çıkış yolu yeni savaşlar oldu.
Atom bombasını geliştirip sivillerin üzerine atmaktan çekinmeyen bir ülkeden söz ediyoruz.
Claus Fuchs olmasaydı aynı bombayı SSCB veya Çin’in üzerine sallamaktan da çekinmezdi eminim.
Fuchs’u merak eden araştırıp incelesin, çok ilginç bir öyküdür.
Kore, Küba, Vietnam, Irak, Afganistan, Libya ve Suriye’de doğrudan yenildi.
Afrika, Asya, Kafkaslar, Balkanlar ve Güney Amerika’daki dolaylı savaş, darbeler ve iç savaşlarda ise 1945’ten bu yana 20 milyondan fazla insanın ölümüne yol açtı.
Her defasında ABD’deki silah ve finans baronları zenginleşti, ülke krizlerden böylece kurtulmuş oldu.
HEP DAHA DA SALDIRGANLAŞTI
SSCB’nin çöktüğü 1990’dan sonra ise finans kapital iyice azdı.
Dünyanın tek patronu Amerika ilan edildi.
Komünizm yerine İslam’ı düşman ilan ettiler.
11 Eylül’ü tezgahladılar.
Bu esnada da İsrail ve sözde İslamcı terör örgütlerini kullandılar.
Terör/savaş, dolar, petrol şeytan üçgenine sıkıştılar.
Üretmediler, yiyip içip obez oldular.
Nasılsa o şeytan üçgeni sayesinde dünyanın haracını yiyorlardı.
Mafyalaştılar.
Kapitalizm artık vahşi kapitalizm olarak evrimleşmişti.
Ancak 1990’dan sonra yenik ilan edilen eski Komünistler de boş durmadı.
Çin Halk Cumhuriyeti, sosyalizm ile kadim kültürünü harmanladı ve karma ekonomik sistemle uzun erimli bir plan yaptı.
Fırtınaya karşı durmak yerine onun rüzgarından faydalandı.
Ama bu sırada hep geleceği düşündü ve üretim kültürünü bilimle geliştirdi.
Rusya da Putin ile birlikte, büyük devlet geleneğiyle dağılmaktan ve ABD’ye teslim olmaktan kendini koruyabildi.
Bu esnada da Çin ve Rusya, Asya kalesinin surlarını örmeyi sürdürdü.
ABD ise hem Batı’dan, hem Doğu’dan, güneyden ve kuzeyden Asya’yı çevreleme siyaseti güttü.
Obama döneminde savunma (savaş) doktrinini değiştirip Çin’i açıkça hedef aldı.
Oysa şirketlerinin neredeyse tamamı Çin’de yerleşikti.
Yıllardır ucuz işgücü ile üretim yaptırıp ABD’de enflasyonist etkiyi önlüyordu.
Ama 1990 sonrası NATO’yu lağvetmeyip üstüne bir de Asya’ya, Afganistan’a salan ABD’nin niyeti o zamandan belliydi.
Dünya jeostratejisinin kalbine hakim olup, yeni rakiplerin çıkmasını önlemekti amaç.
Asya da buna cevap vermekte gecikmedi.
1996’da Çin ve Rusya bir araya gelip Şanghay İşbirliği Örgütü’nü kurdular.
Hemen ardından, Atlantik merkezli G-7’ye Asya merkezli G-20 ve BRICS yanıtları geldi.
Aynı dönemde Türkiye’de de Avrasya arayışları başladı.
1994, 2001 krizleri sıcak paracı neoliberal yolsuz sistemi yıkamasa da alternatif arayışlarını da gündeme getirdi.
Türkiye aynı eroinmanlar, afyonkeşler gibi sıcak para bağımlısı oldu.
Amerikancı Turgut Özal, Kemal Derviş, Ali Babacan oyun sistemiyle işi götürdü.
Soros ve benzeri Wall Street uzantısı Hedge fonların elinde oyuncak oldu.
DOLAR TEMBELİ ABD
Ancak 2008 ABD finans krizi küresel oyunu değiştirdi.
O krizin ana fikri şuydu: Amerikan doları aslen karşılıksız bir paraydı.
Konut kredileri krizinde takke düşmüş kel görünmüştü.
1 dolarlık bir eve yaklaşık 100 dolarlık türev değer üretilmişti ve şişen balon pat diye patlamıştı.
Dev banka ve şirketler çöktü, ama piyasaya sürülen trilyonlarca dolar sayesinde geri kalanları yüzdürüldü.
Wall Street’teki 13 banker ailesinin elinde bulunan Amerikan Merkez Bankası FED, yaklaşık 10 yıl boyunca faiz oranlarını sıfırlarda tutup bunları yüzdürdü.
Bu sene faizleri yükseltmeye başlayınca Türkiye, İtalya, İspanya gibi bağımlı ülkelerde tehlike çanları çalmaya başlamıştı zaten.
Krizin patlak vermesi an meselesiydi.
FED faizi yüzde 4’e ulaştığında, Trump önce Rusya ve İran, ardından Çin ve Türkiye’ye ekonomik savaş başlattı.
Siyasi makyajlı bu ticaret savaşı, aslında Çin’in pek yakında dünyanın en büyük ve tayin edici ekonomisi olarak doların tahtını devirme aşamasına gelmesinden kaynaklanıyordu.
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, 2013’te “Yeni İpekyolu”nu kuracaklarını açıkladı ve 2015’te de bunu “Kuşak ve Yol Girişimi” olarak detaylandırdı.
65 ülkeyi kapsayan bu girişimin ana fikri, Çin’in klasik deniz yollarını çevirmeye çalışan ABD’yi aşıp/baypas edip hem Asya kara havzasından, hem de alternatif deniz yollarından yeni bir ticaret ortaklığı gerçekleştirmek.
Bu girişimde, Güney Çin Denizi ve Malakka boğazını atlayacak Gwadar limanıyla Pakistan, Orta Kuşak denen eski İpekyolu’nun yenilenmiş rotasıyla da Kazakistan, Rusya, İran ve Türkiye’nin önemi çok büyük.
Avrupa da Kuşak ve Yol’un nihai hedefi olmasıyla çok kritik bir önemde.
Çin 2015’te ayrıca “Made in China 2025” projesini de duyurdu. Özetle 2025’te dünya üzerindeki en ileri teknolojilerin Çin malı olmasını öngören bir projeydi bu.
Bu iki olgu, ekonomik ve siyasi bakımlardan zaten gerilemekte olan ABD’yi panikletmeye yetti.
ABD Başkanı Trump’ın hedef aldığı ülkeler de hep bu projelerin paydaşları oldu dikkat ederseniz.
Önce Rusya ve İran’a ambargo, ardından Çin ve Avrupa ülkelerine ticaret savaşı ve en nihayetinde Türkiye’ye “papaz saldırısı”.
Ancak tüm bu umutsuz ve çılgınca saldırılar, ABD’nin sahte dünya liderliğinin, açık ve resmi olarak sonlanmasını hızlandırdı.
ÇILDIRAN HEGEMON VE PETRO DOLARIN SONU
Zaten güzel bir deyim var: Tanrılar yok etmek istediklerini önce çıldırtırmış!
Yavru Bush darbesiyle başlayan bu çıldırma, Trump ile zirveye yol alıyor.
Sonuçlarını da görüyoruz.
Doların tahtı beklenenden erken sallanmaya başladı.
Çin’in yakın tarihte ilk kez petro dolara karşı alternatif olarak çıkardığı petro Yuan kağıtları 6 Ağustos’ta başlayan İran ambargosuyla tavan yaptı.
ABD’nin o kadar devasa ordu beslemesi silah üretimi filan hep petrolün sadece dolarla alınıp satılması içindi.
2 Irak seferi ve İran ile hasımlık da bu ülke yönetimlerinin zamanında avro karşılığı petrol satma veya petrol borsası kurma girişimleri yüzündendi.
Yoksa petrole el koymak değildi mesele.
Petrol dolar karşılığı satıldıkça zaten dünyanın tüm petrolü Amerika’nındı.
Bizim Rıza Zarrab olayı da petrolün altın karşılığı satılmasından kaynaklı olarak ABD’nin gazabını üzerine çekmişti.
Oysa şimdi bu son saldırılar sonrası Rusya dolar tahvillerini hızla altına çeviriyor.
Çin ile ruble/yuan üzerinden enerji anlaşmaları yapıyor.
Bir diğer Asya devi Hindistan ise ABD’nin tehditlerini dinlemedi ve İran’dan petrol alımını arttırdı.
Almanya ve Fransa ise ABD’ye çok direnemese de, nihayetinde yanlış ve çıkarlarına aykırı bir cephede (Atlantik) yer almaktan son derece mutsuz.
Çünkü temel çıkarları ve güvenliği Avrasya’da olmaktan geçiyor artık.
İngiltere de o eski kuzen rolünden sıkılmışa benziyor.
Bakınız son olarak ÇKP’nin yayın organı Global Times’ta bir Türkiye analizi yayımlandı.
Yazıda, krizde ABD’nin temel rolüne açık bir vurgu yapılırken, “ABD kasıtlı ya da değil, gelişmekte olan ülkelerin pürüzsüz gelişimini görmek istemiyor ve krizleri derinleştirmek için bazı adımlar atıyor” denildi.
Çincede kriz ve fırsat kelimelerinin aynı olduğunu okumuştum.
Bu krizi bir fırsata çevirmek ve 70 yıllık Amerikan boyunduruğundan kurtulmak isteyen Türkiye de artık bazı adımlar atmaya başladı.
Sıcak paracı, komisyoncu, satıp savmacı çarpık neoliberal ekonomi modelinin duvara tosladığı sanırız ki net olarak görüldü.
Artık sağ veya sol, işçi veya işveren her kesim, üretim ekonomisi demeye başladı.
Bunun için de yabancı sabit sermaye yatırımı şart.
Hem altyapıda hem üstyapıda, katma değeri yüksek ileri teknoloji üretim sistemlerimizi her alanda geliştirmek farz oldu.
Bunun için Avrasya’ya ihtiyacımız var.
Rusya’dan sonra Çin’in de nükleer santral için davet edilmesi önemli.
Kuşak ve Yol, BRICS ile ŞİÖ üyelikleri, Türkiye’nin yarı sömürge olarak bedenini satma noktasına geldiği batı kampından kurtuluşu için temel formüllerdir.
Hiç bir devlete bağımlı olamadan karşılıklı kazanç ve bölgesel işbirlikleri temelinde, önce saldırgan kovboyu bölgemizden kovmak ve kendi ayaklarımız üzerinde durmayı öğrenmenin vakti geldi de geçiyor bile.
Unutmayın ahlak ile üretim birliktedir.
Ahlakın olmadığı yerde de hurafe egemen olur.
Bugün içinde bulunduğumuz tablonun da temel sebebi, (ki bu ABD açısından da geçerli) son 30-40 yıldır üretimden vaz geçip rant tembeli olmaktan kaynaklanıyor.
Batılı uzmanlar Trump’ın dünyaya açtığı siyasi ekonomik savaşın ABD’nin 2019’da çöküşünü getireceğini söylüyor.
İç ve dış borcu 22 trilyon dolara ulaşan Amerika’nın sadece bu sene 1 trilyon dolar bütçe açığı vereceği düşünüldüğünde, bu çok da uçuk bir iddia değil.
Bizim de artık ‘ABD’ye elveda, Avrasya’ya merhaba’ deme zamanımız çoktan geldi.