Rubil GÖKDEMİR / haberalp
15 Temmuz’da girişilen alçakça darbe girişimi ile milletçe yaşadığımız travma sonrasında ülkemizde meydana gelen gelişmelere bakıldığında, içeriden ve dışarıdan bazı mahfillerin, kendi menfaatleri ve ideolojileri doğrultusunda Türkiye’yi kendi oyun alanları ve nüfuz bölgelerine dahil etme gayretlerini müşahede ediyoruz.
Bilindiği üzere Türk Milleti olarak; Osmanlı’dan itibaren yaklaşık iki yüz yıldan beri en muhafazakâr kesimlerin bile kabullenerek adına “muasır medeniyet seviyesi” dediğimiz, “aklı” ve “bilimi” ön plana çıkaran bir medeniyet dairesine dahil olma tercihinde bulunduk.
Osmanlı İmparatorluğu; kökleri Orta Asya’ya dayanan bir doğu toplumundan oluşmakla birlikte, esas itibariyle ve çoğunlukla kendisini Avrupa’nın parçası ve bir Balkan İmparatorluğu olarak telakki etmiştir.
Osmanlı münevverleri ve devletlû takımı tarihi süreç içinde mukayeseli üstünlüğünü kabul ettiği ve yoğun ilişki içinde bulunduğu Avrupa’nın “bilim ve tekniğini” kabul etme noktasında tam bir fikir birliği içinde olmuştur. Bu sürecin adını bile belirlemede hâlâ tartışma içinde bulunduğumuz “batılılaşma, modernleşme ve çağdaşlaşma” kavramlarının kapsam ve mahiyeti de hâlihazırda derin tartışmaların konusunu teşkil etmektedir. Bu tartışmaların detaylarına girmeden, tarihi medeniyet tercihimiz doğrultusunda benimsediğimiz, daha sonra ise zorunlu sebeplerle genel olarak adına “batı ittifakı” dediğimiz NATO, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği ile çoklu ve yoğun ilişkilerimiz dikkate alındığında, millet olarak “batı” ve “Amerikan” kaynaklı olduğunu kabul ettiğimiz 15 Temmuz darbe girişimi yaşadığımız travma ve şaşkınlığımızı artırdı.
Kolay değil, iki yüz yıldır dâhil olmaya çalıştığımız “muasır medeniyet” dairesinin müellifleri, ülkemizi bölmeye, parçalamaya ve eksik de olsa demokrasimize son vermeye çalışmıştı.
Oysa ki; bizim için muasır medeniyet seviyesi, “akıl”, “ilim”, “gelişmiş bir toplum ve kalkınmış bir dünya”, “insan hakları”, “evrensel hukuk ilkeleri ve demokrasi” demekti.
Bu temel ilke ve hedeflerin doğruluğuna inanmakla birlikte, bu kavramların aynı zamanda müellifleri tarafından, kendi millet ve devletlerinin menfaati için “dış politika enstrümanı” olarak kullanılacağını hiç mi, hiç düşünmemiştik.
Türk Milleti olarak; müttefiklerimiz ihanetine uğramış olmanın derin hayal kırıklığını yaşıyor olmanın travmatik ortamından faydalanmak isteyen bazı mahfillerin, fırsat bu fırsat diyerek hemen “Avrasyacılık”, “Şanghay Beşlisi taraftarlığı“ ve “halifelik” gibi duygusal ve tarihi yönelişlerimize aykırı bir etkinlik arayışlarına giriştikleri görülmektedir. Bakan gözlerin fark edeceği üzere, bazı basın-yayın organlarının bu yöndeki telkin ve algı operasyonlarına sıkça muhatap oluyoruz. Bu türden girişimlerin ilgili devletlerin “dış politika enstrümanı” niteliğinde olduğunu ve servis niteliğinde haberler olarak değerlendirmemiz gerektiğini unutmayalım.
Türk Milletinin mensupları olarak hepimizin görevi; jeo-politik gerçeklere ters düşen, yine bir başkalarının Türkiye’yi kendi oyun alanlarına dahil etme çabası niteliğinde arayışlara itibar etmemektir.
Hepimizin dikkate alması gereken husus, insanlığın ortak mirası ve değeri haline gelmiş bulunan “temel hak ve ilkeler” doğrultusunda, hukuk devleti ve demokratik rejime sonuna kadar sahip çıkarken, devletin geleceği ve milli birliğimizi, bu kavramlardan bağımsız ve üstünde tutarak korumak şuurunu millet olarak gösterebilmektir.
Türk Milleti hiç bir ideolojinin “deli gömleğini” giymeyecek kadar derin ve köklü bir devlet ve millet şuuruna sahiptir. Nitekim bu millet, her türlü ideolojik sapmaya karşı, milletin ve devletin geleceğine sonuna kadar sahip çıktığını ve çıkacağını 15 Temmuz gecesi göstermiştir.
Yeter ki, bazı mahfillerin “kırk katır mı, kırk satır mı” türünden, milli birliğimizi yıkmaya çalışan algı operasyonlarına fırsat vermeyelim, binlerce yılda oluşmuş “devlet ve millet aklıyla” kendi millî gerçekliğimize sahip çıkalım. Duygusal ve ideolojik sapmalar yerine siyasetimizin merkezine “millet” ve “milliyet” gerçeğini oturttuğumuzda, kaynağı dışarısı olan hiçbir algı operasyonunun işe yaramadığını muhataplarına göstermiş oluruz.