AYLİN NAZLIAKA Ankara milletvekili
Bugün 5 Aralık, kadının seçme ve seçilme hakkına sahip olmasının 83. yıldönümü. Tıpkı Dünya İnsan Hakları günü gibi, tıpkı Dünya Çocuk Hakları Günü gibi bu özel günü de buruk kutluyoruz. Bir yanda birçok gelişmiş ülkeden önce bu hakka sahip olmanın haklı gururu, diğer tarafta Meclis çatısı altında “bir kadın olarak sus!” emrinin, havada uçuşan hakaretlerin ve yumrukların utancı…
çok değer verdi. Yaptığı devrimlerle kadını özgürleştirmiş ve hayatın her alanında var edecek ve güçlendirecek altyapıyı hazırladı. Daha 1923 yılı Nisan’ında kadına seçme hakkının verilmesi konusu Meclis’te gündeme geldi ancak yapılan tartışmalar sonrasında kabul edilmedi. 1926’da çıkarılan Medeni Kanun ve daha sonra çıkarılan İş Yasası ve Ailenin Korunması Yasası ile kadınlar, hukuki bakımdan daha korunaklı hale geldi. Osmanlı’nın son dönemlerinde başlayan Batılılaşma hareketleriyle birlikte bazı küçük kazanımlar elde edildiyse de, kadının gerçek anlamda toplumda eşit bir birey olarak tanınması, Cumhuriyet dönemiyle birlikte başladı. Laik, demokratik ve çağdaş bir ülke olma iddiasının temel öğesi olan kadın ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal hayatın her katmanında eşit birey olarak yer aldı.
Kadın siyasetle ilgilidir!
Fedakârlıklarıyla ve cesaret örnekleriyle bağımsızlık mücadelemizin öznesi olan kadınlar, genç Cumhuriyet yıllarında çıkarılan bir dizi yasayla siyasette söz sahibi oldu. 3 Nisan 1930 tarihinde belediyelerde, 26 Ekim 1933’te köy ihtiyar heyeti ve muhtarlık seçimlerinde, 5 Aralık 1934’te ise Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde seçme ve seçilme hakkını aldılar. Tüm bu haklar bugün Türkiye’den daha ileri konumda olan birçok ülkeden çok daha önce elde edildi. Mesela kadınlar Fransa’da 1944’te, İtalya’da 1945’te, İsviçre’de ise 1971 yılında seçme ve seçilme hakkına sahip oldu. Bugün hâlâ dünya üzerinde kadınlara bu temel hakkı tanımayan ülkelerin olması ise insanlık adına utanç verici.
Kadınların ilk kez katıldığı 1935 yılı seçimleri, iki dereceli seçim sistemi ve tek partili bir ortamda yapıldı. Bu seçimlere olan ilgi oldukça yüksek oldu, katılım oranı Ankara, İstanbul, İzmir gibi şehirlerde yüzde 80’lere vardı. Osmanlı döneminde nüfus sayımında bile dikkate alınmayan kadınlar, bu seçimde sandıklara koştu ve büyük illerde neredeyse erkeklerle eşit oranda katılım sağlayarak siyasete duyduğu ilgiyi gösterdi. Adayların büyük ölçüde parti yönetimi tarafından belirlendiği seçim sonucunda, Meclis’te kadın vekil oranı yüzde 4.6 oldu. TBMM kayıtlarına göre o günden bugüne kadar Meclis’e giren toplam 10 bin 237 erkek vekile karşılık, sadece 493 kadın milletvekili seçilebildi. Hâlâ toplamda yüzde 5’lik kadın temsiliyet oranının olması, bir arpa boyu yol kat edemediğimizin göstergesi. Son seçimde Meclis’e giren kadın vekil oranın yüzde 14.7 olması teselli olunacak bir konu değil. Kaldı ki bu milletvekillerinden bazıları şu anda tutuklu vaziyette.
Meclis’teki ilk kadınlar
Seçilen ilk 18 milletvekilinin çoğunluğu oldukça yüksek bir eğitim ve kültür seviyesine sahipti. Yarıdan fazlası çok iyi düzeyde yabancı dil biliyordu, aralarında Londra’da ve Paris’te lisans eğitimi almış olanlar vardı. Bu kadın vekillerin o yıllarda yaptığı bazı Meclis konuşmalarını okudum. Yaptıkları hararetli konuşmalardan ne kadar şevkle çalıştıkları anlaşılıyor. Çiftçilikle uğraşan Ankara milletvekili Hatı Çırpan ve Bursa milletvekili Şekibe İnsel kırsaldaki sorunlara değinirken, diğerlerinin ağırlıkla eğitim, sağlık ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi konusunda konuşmalar yaptığını gözlemledim. Bizi emekleri ve yürekleriyle böylesine güzel temsil ettikleri ve önümüzü açtıkları için kendilerini bir kez daha minnetle ve özlemle anıyorum.
AKP’li yıllar ve kadın
1930’larda kazandığımız eşitlikçi haklar, Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”nde yerini yıllar sonra alabildi (10 Aralık 1948). Peki, genç Cumhuriyetin yücelttiği, çağdaş ve aydınlık bir Türkiye’nin mimarı olarak gördüğü kadınlarımız bugün ne durumda? Büyük ozan Nazım Hikmet’in söylediği gibi, “Sofradaki yeri öküzümüzden sonra gelen, sanki hiç yaşamamış gibi ölen kadınlarımız” var bugün bizim.
AKP iktidarları döneminde kadınlar, her alanda kendini hissettiren gerici müdahalelerin hep ana hedefinde oldular. Haklarımızı elimizden almak isteyen AKP, uyguladığı politikaların yanı sıra kadını kadına kırdırma yöntemini de kullanıyor. Bugün Cumhuriyet kazanımları sayesinde milletvekili koltuğunda oturan bir kadın, Cumhuriyete “90 yıllık reklam arası” diyebiliyor. Bir başka vekil ise tek adam rejimini “Prangalarımızdan kurtulacağız” diye savunabiliyor. İktidar partisinin liderinin eşi çıkıp “Türkiye’nin 90 yıllık enkazını kaldırdık” diyebiliyor. Parlamenter sistemi savunmak amacıyla kendimi Meclis kürsüsüne kelepçeleyerek yaptığım demokratik eylem esnasında, bana ve bana destek olan kadın milletvekillerine şiddet uygulayanlar da yine AKP’nin kadın milletvekilleriydi. Bu olayın en acı tarafını saldırı anının videosunu izleyince gördüm: O kadın vekiller bir erkeğin talimatıyla hareket etmişlerdi. Bu vekillerden biri geçtiğimiz günlerde AKP’nin ilk kadın Meclis İdari Amiri olarak ödüllendirildi.
AKP Genel Başkanı Erdoğan kadınlarla ilgili sarsıcı düşüncelerini en açık haliyle kadın örgütleriyle yaptığı bir toplantıda dile getirmişti. 2010’da İstanbul’da yapılan bu toplantıda, kadınların sadece “annelik” özelliği nedeniyle anılmasını eleştiren bir dernek temsilcisine “Ben zaten kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” yanıtını vermesi, salonda soğuk duş etkisi yaratmıştı. Kadın örgütlerinin sesini kısmakta zorlanan Erdoğan, bir süre sonra kızına bir kadın derneği kurdurdu ve benzer mesajları bu dernek üyelerine yaptığı konuşmalarla pekiştirmeye çalıştı. Nitekim 2014’te “Kadın-erkek eşitliği fıtrata ters” cümlesini kurduğunda, artık salonda kendisini alkışlayan kadınlar vardı.
Siyasette kadın siliniyor
Kadınların aktif siyasette başarılı olabilmeleri ve siyasal hakların göstermelik olarak var olmaması ya da bir süs, bir aksesuar olarak Meclis’te yer almaması için öncelikle zihniyet değişimine ihtiyaç var. Bunun kadın düşmanı politikaları dayatan AKP iktidarıyla olmayacağı çok net görülüyor. “Kadın börek açmayı bilmiyorsa yuvası dağılır” diyen kadın bakan ile hangi noktada uzlaşabiliriz? İşini ve aşını geri istediği için açlık grevi yapan Nuriye Gülmen’i terörist ilan edenlerden ne bekleyebiliriz? Bizler kadını kuluçka makinesi gibi görenlerle, OHAL ve KHK darbeleriyle ülkeyi yönetenlerle, yolsuzlukların üzerini örtmeye çalışanlarla asla aynı gemide olmayız, olamayız!
Ne yapmalı?
AKP’li yıllarda kadınlar, bırakın yeni haklar kazanmayı, var olan haklarını koruma ve hayatta kalma mücadelesi veriyor. İşte bu hak mücadelesinde biz kadın parlamenterlere çok büyük bir sorumluluk düşüyor. Sandıkta hesaplaşacağımız zamana kadar olan bu dönemde partisine bakmadan tüm kadınlarla dayanışmalı ve ayrıştığımız değil, ortaklaştığımız temel haklara odaklanmalıyız. Meclis’teki kadın profilini fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür kadınlarla yükseltmeli, toplumsal cinsiyet eşitliğini içselleştirmiş erkek vekilleri de yanımıza almalı, pozitif ayrımcılık uygulayarak kadın temsiliyet oranını arttırmalı, kadın hakları için daha somut projeler ve politikalar üretmeli ve kadının hayatın her alanında ve karar mekanizmalarının içerisinde yer alabilmesi için canımızı dişimize takıp mücadele etmeliyiz. Yılmadan, yorulmadan, karanlık zihniyetlere karşı aydınlığı savunmaya devam etmeliyiz.
Önemli olan kadın milletvekili olmak değil, kadın haklarına sahip çıkan bir parlamenter olabilmektir. Nâzım Hikmet’in dediği gibi: “Esas olan sadece yaşamak değil, insana yakışır şekilde yaşamaktır. Teslim olmadan, boyun eğmeden, sürünmeden, el etek öpmeden yaşamaktır.”
cumhuriyet