İşte Ahmet Türk’ün o yazısı:
Bilhassa geçtiğimiz Ağustos ayından beri, ha girdik ha gireceğiz denilen, daha sonra siyasilerin meydan ve salon konuşmalarında “bir gece ansızın gelebiliriz!” noktasına taşınan Afrin Operasyonu ile alakalı şu günlerde somut bir hareket Yok! Lakin bu konu “münhasıran” ve “itina” ile kamuoyu gündeminde ısrarla diri tutuluyor!
Malumunuz özellikle Sayın Cumhurbaşkanı son zamanlarda sürekli olarak Afrin başta olmak üzere, Menbiç’i, Tel Abyad’ı, Rasulayn’ı, Kamışlı’yı teröristlerden ve onları sevk ve idare eden güçlerden temizleyeceğini sert ve iddialı bir şekilde dillendiriyor.
Tamam, ülke yöneticilerimizin bu özgüvenleri ve bu “üst perdeden” beyanları toplum olarak hepimizi şâd ediyor… Tamam, Afrin’deki terör unsurlarını temizlemek elzem bir hareket, hatta gecikmişten öte geciktirilmiş bir proje… Ancak bu tip mahremâne işletilmesi gereken operatif hamleleri, neredeyse davul zurna çalarak, “Eyy dünya, ey ahali, duyduk duymadık demeyin, yakında Afrin’e gireceğiz” şeklinde ilan etmek pek akıl kârı bir iş değil! En azından bu tip işler böyle yürümüyor!
Ortadoğu ile hemhâl ola ola bizimkilerde; tehdit eden, şikâyet eden, atar yapan, meydan okuyan, yapıp-edeceklerini faş eden, kendi toplumları üzerinden hasımlarına mesaj ileten ve gövde gösterisinde bulunan lider tiplerine evirildiler zamanla!
Oysa bu politik duruş ve kullanılan bu dil; ne “kâideli” devlet anlayışına, ne de bizim Türk devlet geleneğine uyar… Güçlü ve kâideli yönetim modelleri, eğer ülkelerinin egemenlik haklarını ve bekâ faktörlerini tehlikeye sokan bir durum ile karşılaşırlarsa, anında duruma “vaz’iyed” ederler ve gereken neyse onu yaparlar! Ondan sonra diyeceklerini derler!
Yani bu tip operatif hamlelerin ne peşrevi olur, ne de yola koyulduktan sonra geri vitesi!
Doğru ve gerçek olan şudur ki; tüm kaideli ve güçlü devletlerde Afrin Operasyonu gibi “askerî ve istihbarî” temelli harekâtlar, büyük bir gizlilik içinde ve düşmanın beklemediği yani hazırlıksız yakalandığı anda icra edilir.
Şimdi ülkemizi yönetenler “strateji hatası yapılıyor” diyeceğim ama değil! Ülkemizi yönetenlerin bu tip çıkışlarını, mevcut durum ve şartları da gözeterek, iki şekilde yoruyorum:
İlki; içeride daralan siyasi manevra alanını genişletmek ve müstakbel seçimler öncesi kamuoyunu zamanın en trend sözcüğü “bekâ” etrafında konsolide etmek…
İkincisi ise; eğer bir Afrin Operasyonu olursa, bu tamamen Afrin’de yerde ve havada kontrolü elinde tutan ve burada konuşlu devlet altı örgütlenmeleri (PKK/YPG) sevk ve idare eden Rusya’nın “sınırlarını” belirlediği, bir hamle ile olur!
Yani, bu hamlede “oyun kurucu” Türkiye değil, Rusya’dır!
&
Gelelim Afrin’e…
Afrin dediğimiz yer neresi? Hani ABD/CENTCOM Fırat’ın doğusunda sınırımız boyunca karşılıklı rezerv alanları oluşturuyor ya… Hani düzenli ordular formatına soktuğu PKK/YPG’yi ağır silahlarla donatıp onların armalarını takacak raddede yan unsurları haline getiriyor ya… İşte Afrin; ABD/CENTCOM’un Fırat’ın doğusunda yaptıklarının aynısını Rusya’nın Fırat’ın batısında yaptığı yer! Hatta Cerablus ile Afrin arasındaki bölgede de Rusya’nın borusu ötüyor!
Rusya Afrin’de, daha önceki demografik operasyonlarla bölgeye yerleştirilen Kürtlerle birlikte nüfus üstünlüğünü de arkasına alan PKK/YPG kapasitesiyle “örtülü” bir stratejik ortaklık yürütüyor. Şu anda siyasi iktidara müzahir medyanın, Rusya’nın YPG ile olan bu “örtülü” işbirliğini son günlerde alenî bir şekilde yürütmesini görmezden gelmesi de hayli manidar!
Hani ABD bize bölgede ısrarla “bırakın YPG’yi, DAEŞ’le ve diğer cihatçı örgütlerle mücadele edin”misyonunu yüklüyor ya… İşte müttefikimiz Rusya’da Fırat’ın batısındaki hâkimiyet sahası içinde bize benzer şekilde bir set çekiyor (idlib hamlesi gibi) aslında…
Tablo bu!
Peki, tüm bunlara rağmen Türkiye’nin Suriye politikalarına istikamet veren siyasi ve bürokratik kapasitesinin, yapacaklarını ve edeceklerini “tehdit” ve “atar” ambalajlı bir şekilde dünyayla paylaşmasının, sahadaki siyasi ve askerî ederi ne olur?
İşte bu tip sorulara cevap arayanların sayısı siyaset ve askeriye kurumunun içerisinde de artmaya başladı! İleride Afrin’de YPG’ye yeşil ışık yakma ihtimali yüksek olan Rus-Esad-İran pozisyonu nedeniyle kafaları net değil! Hatta bu şartlar içerisinde ve bu saatten sonra yapılacak bir Afrin Operasyonu’nu, “Saddam’ın Kuveyt’e girişi gibi…” niteleyip vaziyet tespiti yapan ‘temkinli‘ ve ‘tedbirli‘lerin sayısı da artmaya başladı!
Netice itibariyle, Türkiye’nin acilen merkezî hiyerarşik değerlerini netleştirmesi ve jeo-politik konumunu ‘düzgün’ ve ‘net’ bir şekilde tayin etmesi gerekiyor!
Hülasa,
Anlaşılan o ki, Afrin Operasyonu tüm yönleriyle bir illizyon halini almaya başladı. Bu noktada asıl sorulması gereken şu: Fırat’ın doğusundaki Türkiye’ye hasım olan devasa kapasite ne olacak?
“Fırat’ın doğusu” deyip geçmeyin, Gaziantep’ten Hakkâri’nin ucuna kadar ki sınırımız cephe olacak şekilde konuşlu CENTCOM ve PKK/YPG, bu sınır boyunca Türkiye içinde de etkileşim halinde olacak rezerv alanlar oluşturuyor.
Öte yandan Suriye’nin en değerli tarım arazileri, yaşamaya elverişli en güzel toprakları ve yeraltı zenginliklerinin büyük kısmı, şu an CENTCOM sevk ve idaresi altındaki YPG’nin elinde. Barzani’nin Peşmergeleri ve mali kapasitesinin de Suriye’nin kuzeyindeki bu yapılanmaya entegre edilmesi işine başlandı bile!
Anlayacağınız, Fırat’ın batısı temizlense bile doğusuna dokunulmadıkça bizim için pek de bir anlam ifade etmeyecektir! Güneyimizdeki ABD/CENTCOM kapasitesi bizim için en câri tehdit ve tehlikedir. CENTCOM’la komşu olduğumuz müddetçe Türkiye asla dümen tutamaz!
Bu arada, tam yerine denk gelmişken sorayım:
Bugün egemenlik haklarımızı tehlikeye sokan oluşumlara yataklık yapan burnumuzun dibindeki bu kantonlar (Afrin-Kobeni-Cezire) kimin fikriyle ve kimin eliyle kurulmuştu?
kaynak: turk1399.com
yeniçağ