NATO’nun, Avrupa’ya “mülteci akınını” durdurmak için Ege’de görev yapması kararı tahminlerin ötesinde çok, ama çok önemlidir.
NATO’nun, Avrupa’ya “mülteci akınını”durdurmak için Ege’de görev yapması kararı tahminlerin ötesinde çok, ama çok önemlidir.
Gündemde böyle bir konu yoktu. Planlanan AB sınır yönetim ajansa Frontex ile Türk Sahil Güvenliğinin Ege’de ortak çalışmasıydı.
Ancak Yunanistan, “Ankara, mülteci krizini Ege’deki varlığını arttırmada kullanabilir”gerekçesiyle itiraz etti. Bizden kimse de “Ne alâkâ? Türkiye’nin Ege’deki varlığını arttırması ne demek?” diye sormadı.
Merkel Ankara’ya geldi ve birden NATO’nun Ege’de görev yapması kararı alındığını öğrendik. Karardan sonra Yunanistan Başbakanı Çipras Merkel’e adeta meydan okuyup, “NATO ancak Türk karasularında gözlem uçuşu yapabilir, Yunan karasularında izleme görevi yapılmasına izin vermeyiz” dedi. Merkel de, “NATO’nun müdahilliği Türk karasularıyla ilgili, Yunanistan’ın egemenliğini etkileyecek herhangi bir durum yok” güvencesi verdi.
Yine bizden kimse, “Neden sadece Türk karasuları? Dahası Almanya ve NATO’ya göre, Türk karasuları nerede başlayıp, nerede bitiyor?” diye sormadı.
Öncelikle bu karar niye alındı, kim istedi, o bile anlaşılamadı. Kimi NATO’yu Türkiye’nin istediğini, kimi Merkel ve Ankara’nın ortak kararı olduğunu söyledi, kimi de önerinin Merkel’den geldiğini.
Alelacele alınmış bir karar olduğu anlaşılıyor. Zira en önce Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier mülteci krizinde NATO’nun devreye sokulmasına karşı çıktı, bunun doğru olmayacağını açıkladı. Alman Sosyal Demokrat Partisi Meclis Grup Başkanvekili Rolf Mützenich de Merkel’in mülteci kriziyle başa çıkabilmek için NATO’dan yardım alınabileceği şeklindeki önerisinin hayret uyandırdığını ve Merkel’in bu öneriyi ilk kez Ankara’daki temasları sırasında dile getirdiğini belirterek, AB’nin Frontex gibi bir biriminin bulunduğunu hatırlattı.
İkincisi, NATO Ege’de “Türk karasularında” ne gibi “faaliyetler icra edecek”, hangi “angajman”kurallarını geçerli kılacak, mülteci akını nasıl durduracak, bu da belli değil. Şimdilik bilinen şunlar:
– Alman komutası altında üç gemi görev yapacak.
– Bu gemiler mülteci botlarını durdurma veya geri yollama değil, insan kaçakçıları ve suç şebekeleriyle ilgili bilgi ve istihbarat sağlama görevi yapacak.
– Yunanistan Savunma Bakanı Panos Kammenos’un verdiği bilgiye göre de bu üç savaş gemisi Ege’de kurtaracağı mültecileri Türkiye’ye iade edecek.
O TÜRK GEMİSİ HANGİSİ?
Bu çerçevede şu soruların cevabını ise bilmiyoruz:
– NATO’yu Türkiye istedi ve sadece Türk karasularında görev yapacaksa, komuta neden Türkiye’de değil?
– NATO’nun görevi sadece istihbari çalışma ise Sahil Güvenlik Komutanlığımız zaten bu imkâna sahip değil mi ve günün 24 saati bunu yapmıyor mu?
– Yunan tarafının iddia ettiği gibi NATO Ege’de kurtaracağı mültecileri Türkiye’ye iade edecekse, bu alnımızda “enayi” yazdığının bir başka göstergesi olmayacak mı?
NATO kapsamında Ege’de görev yapacak üç savaş gemisinin biri çok çok önemli. Filoda, Bonn isimli Alman amiral gemisi ve Kanada’dan getirilen Fredericton savaş gemisi… Ya Türkiye’den görevlendirilecek gemi?
Barbaros Gemisi… Hani, Doğu Akdeniz’de Rum kesiminin petrol-doğal gaz aramalarına misilleme olarak gönderdiğimiz, Rumların, “Barbaros gidecek. Gitmeden yeniden müzakerelere başlamayız” resti üzerine, Kıbrıs’ta “çözüm süreci” adına sessiz sedasız çektiğimiz gemi!..
EGE’DE ARAMA-KURTARMA FAALİYETLERİNİN ÇERÇEVESİ
NATO Ege’de arama-kurtarma faaliyetlerine yardımcı olacak, öyle mi? Peki, bu konuda zaten yeterince uluslararası düzenleme yok mu ki, buna ihtiyaç duyuldu?
Dışişleri Bakanlığı’mızın internet sitesine müracaat edip, “Ege sorunları” başlıklı bölümün dördüncü kategorisinde yer alan “Arama Kurtarma (SAR) Faaliyetleri” ile ilgili kısmı okuyalım. Şunlar yazıyor:
“Denizde Arama Kurtarma faaliyetleri 1979 tarihli Denizde Arama Kurtarmaya ilişkin Uluslararası Sözleşme (Hamburg Sözleşmesi) ile düzenlenmiştir.
Hamburg Sözleşmesi’ne göre, ilgili taraflar arasında anlaşma yoluyla arama ve kurtarma sahaları belirlenemediği takdirde taraflar, böyle bir anlaşma yapılana kadar arama ve kurtarma hizmetlerinin kapsamlı koordinasyonu için çaba sarfedeceklerdir. Türkiye’nin bu hedefe yönelik müteaddit çağrılarına rağmen Ege’de böyle bir koordinasyon kurulamamıştır.
Ayrıca arama ve kurtarma sahalarında varılacak anlaşmanın uygulanabilir olması gerektiğinden açık denizlerdeki arama kurtarma sahalarıyla uyumlu olmalıdır. Uluslararası Sivil Havacılığa ilişkin Şikago Sözleşmesi’nin 12. Eki, deniz ve hava arama kurtarma sahalarının arasında net bir ayrım yapmakta ve açık denizlerde yürütülen arama kurtarma faaliyetleri çerçevesinde konunun deniz boyutu önceliğine vurgu yapmaktadır.
Türkiye kendi arama kurtarma sahasını (Search and Rescue Region–SRR) deklare etmiş, ilgili IMO Küresel SAR Planına kaydettirmiştir. Türkiye kendi bölgesinde, insan hayatını kurtarmaya yönelik arama ve kurtarma faaliyetlerini etkin biçimde sürdürmektedir.
Türk ve Yunan Arama Kurtarma Bölgeleri çakıştığından bu çakışan alanlarda gerçekleştirilen tüm arama kurtarma operasyonlarının 1979 Hamburg Sözleşmesi Madde 2.1.5’e uygun olarak eşgüdüm halinde düzenlenmesi gerekmektedir. Yunanistan ile Türkiye arasında arama kurtarma bölgeleri hakkındaki uyuşmazlık temel olarak Yunanistan’ın konuya egemenlik meselesi olarak yaklaşmasından kaynaklanmaktadır. İnsan hayatını kurtarmaya yönelik olarak belirlenen arama kurtarma bölgeleri egemenlik alanları değil, hizmet sahalarıdır.”
YUNANİSTAN EGE’DEKİ 152 ADA, ADACIĞA NİYE EL KOYDU
Yunanistan’ın Türkiye ve Frontex’in ortak çalışmasına niye itiraz edip, “Ankara, mülteci krizini Ege’deki varlığını arttırmada kullanabilir” dediği ve NATO’nun görev alanının neden “Türk karasuları” olarak belirlendiği anlaşılıyor, değil mi?
Yunanistan’ın derdi “can” değil, “egemenlik”!..
“Egemenlik” deyince de, önümüze “gri bölgeler” veya “EGAYDAAK” çıkıyor.
Nedir bu; Ege Denizi’nde Kardak benzeri, egemenliği tartışmalı ada, adacık ve kayalıklar… MGK, Deniz Kuvvetleri ve Genelkurmay Başkanlığı’nın tanımıyla, “Egemenliği Antlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklar”…
Bilindiği gibi, Yunanistan bunların tümünün kendisine ait olduğunu savunageldi. Savunmakla kalmadı, 152 ada, adacık ve kayalığa fiilen el koydu, hatta silahlandırdı.
Nitekim Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz da son olarak 1 yıl önce bu konuda Meclis’te yaşanan tartışmalar sırasında, “Ege’de bulunan adacık ve kayalıkların egemenliğinin Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne halefiyet yoluyla intikal ettiğini, hukuken EGAYDAAK’ın Türkiye Cumhuriyeti’nin hâkimiyetinde olduğunu” söyleyip, “Antlaşmalarla gerçekleştirilen bu düzenlemeye karşılık Egemenliği Anlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıkların (EGAYDAAK) bir kısmı üzerinde, başından beri ama Osmanlı’dan bugüne gelinceye kadar bir Yunanistan’ın fiilî uygulamaları vardır. Ancak fiilî devlet uygulamaları onların yasal, hukuki statülerini değiştirmez. Bu, uluslararası mahkemelerin de vermiş olduğu karardır. Dolayısıyla, bu durumda EGAYDAAK’lar hukuken Türkiye Cumhuriyeti egemenliğindedir. EGAYDAAK’ların üzerindeki mevcut olan fiilî Yunan uygulamaları hukuki statüyü değiştirmez” dese de durum bu.
BALYOZ KUMPASINDA EGAYDAAK VE NATO
Peki, bu EGAYDAAK meselesinin Balyoz kumpasında nasıl kullanıldığını hatırlıyor musunuz?
Güya darbeci askerler; EGAYDAAK’larda Yunanistan’ın Türkiye aleyhine fiili uygulamalarını engellemek amacıyla;
“Ege Denizi’nde icra edilen tatbikatlarda Yunanistan ile çatışmaya varmayan gerginliği tırmandırıcı durumlar oluşturacak ve kısmi seferberlik ilân edilmesi için gerekli ortamı oluşturup” hükümeti devirecekti.
Oysa EGAYDAAK tanımı TSK’nın literatürüne, “darbe planı” olarak sunulan 1. Ordu’daki plan seminerinden çok sonra girmişti.
Balyoz kumpası sayesinde savaş planlarımızın Yunanistan’ın eline geçmesi gibi, EGAYDAAK senaryolarının kullanılması da işe yaradı; Ege’deki hak ve çıkarlarımızı savunmak isteyenler “darbeci, Ergenekoncu, hükümet karşıtı” diye susturulurken, Yunanistan Ege’de dilediği gibi at koşturdu, yüzlerce ada, adacık ve kayalığa böyle yerleşti.
İktidar, “aldatıldık” diye işin içinden çıktı ya; Dönemin askeri kaynaklarından edindiğim önemli bir bilgiyi daha paylaşayım:
Dışişleri Bakanlığı’nın Ege sorunları, özellikle EGAYDAAK’larla ilgili politikası 2009’dan itibaren değişmeye başlamış, bu konuda Genelkurmay’la aralarında ciddi sıkıntılar başgöstermiş, hatta bir Dışişleri yetkilisi açıkça, “EGAYDAAK diye bir sorunumuz yok, biz burada haksızız” görüşünü savunmuş.
Ya, kumpas davalarda NATO’nun rolü?
O yılllarda AKP milletvekili olan Zeynep Dağı’nın eşi Prof. İhsan Dağı, ABD’ye, Soros’a, AKP’ye, Cemaate yakın bir isimdi ve Zaman’da yazıyordu. 2009’da bir televizyon programında açıkça, “Ergenekon adli bir mesele değil, ulusal-uluslararası düzeyde stratejik tercihlere dayanıyor. Operasyonda, AKP iradesi belirleyici, hatta söz konusu bile değil… Uluslararası dinamiklere baktığımızda, NATO’nun, ABD’nin, Obama’nın seçilmesinin, Türkiye’deki Batı karşıtı, Avrasyacı, Rusya yanlısı yapılanmaların çözülmesine ilişkin daha küresel bir irade yarattığını düşünüyorum. Özellikle asker içerisinde, son yıllarda çok net bir biçimde ortaya çıkan ABD karşıtlığı, hatta Türkiye’nin ABD, NATO emperyalizminden kurtulması gerektiği yönündeki eleştirel pozisyonlar var. Bu tespitler küresel düzeyde de yapılıyor ve bu noktada, bu unsurların TSK’dan temizlenmesine yönelik küresel bir etkinin de var olduğunu düşünüyorum” demedi mi?
Merhum Mahir Kaynak 2010’da Star’daki köşesinde Balyoz kumpasıyla ilgili olarak, “Türkiye’nin dünyadaki yeni rolü ve yeri ile ordunun ideolojisi uyuşmuyordu” diye yazmadı mı?
KEDİYE CİĞER EMANET ETMEK
Şimdi soralım;
– NATO’nun görev yapacağı “Türk karasularının” alanı nedir?
– EGAYDAAK’lar kapsama alanında mı?
– Değilse, NATO eliyle EGAYDAK’ları resmen Yunanistan’ın “egemenlik” alanı haline getirmiş olmuyor muyuz?
Bu kediye ciğer emanet etmek, dahası Balyoz kumpasını “taçlandırmak” değilse, nedir?
Müyesser Yıldız
Odatv.com